7 Mart 2012 Çarşamba

polkka



tıfıl bir mühendis iken sıkıcı ve uzun bir eğitim almak üzere gittiğim belçika vilayetinin (konyanın yarısı kadar falan) antwerp şehrinin limanındaki "mosselen" restoranında her gece çaldıkları şarkı olarak hatıratımda yer etmiş ecnebi türküsü.

eğitimden daha sıkıcı olan, belçika'nın kendisiydi. başından ucuna 3 saatte gittiğiniz, her yeri neredeyse dümdüz olan, havası kasvetli, yapay bir ülke. bizden sorumlu belçikalı, "burası belçikanın en yüksek noktası" diye bir televizyon kulesini işaret ettiğinde, bizimle dalga geçiyor sandıydık.

eğitim aldığımız yer "stabroek" diye bir kasabada. belçika'da iki grup insan var; biri flaman'lar, diğeri valon'lar. biri fransızca konuşuyor, diğeri almanca. avrupanın geri kalanı belçikalıları "düşük" bulur ve "aptal köylü" muamelesi yapar, belçika'da valonlar flamanları "düşük" bulur ve "aptal köylü" muamelesi yapar. flamanlar flaman bölgesi içindeki "stabroek" lileri kendilerinden saymazlar ve "aptal köyü" muamalesi yapar. "stabroek", böyle bir yer.

biz stabroek'te fazla takılmadık, zaten istesek de takılabileceğimiz bir yeri yoktu, onun yerine antwerp'e takıldık. antwerp'te iki grup insan var; biri afyon emirdağ'lılar, diğeri yahudiler. has antwerp'li sayısı, bu ikisinin toplamından daha az. yahudilerin bulunma sebebi, antwerp'in dünyanın "elmas merkezi" olması. afyon emirdağ'lılar ise, sanki topluca buraya göç etmiş gibi. haftada iki kere afyon emirdağ'a otobüs kalkıyor. türkiye'yi bilmeyen bir antwerp'lü, muhtemelen afyon emirdağ'ı türkiye'nin en büyük şehri zannediyordur.

afyon emirdağ'lılarla çok keyifli muhabbetlerimiz oldu ama aklımda şöyle bir şey kalmış; "yahu madem emirdağ'ı bu kadar çok seviyordunuz niye kalkıp geldiniz, niye dönmüyorsunuz" dediğimde, soruyu sorduğum afyon emirdağ'lı, "abi sen hiç emirdağı gördün mü?" dedi bana.

bir diğer aklımda kalan, "mosselen" restoranına takılma sebebimiz olan nefis "mosselen in the pot". "tencerede midye" diye çevireyim. bir tencerenin içinde, kabuklarından neredeyse kopmak üzere olan büyükcene midyeler, limonlu sarımsaklı bir marinasyon sıvısı eşliğinde çiğ olarak servis ediliyor. bildiğiniz kaşıkla midyelere saldırıyorsunuz. en sonunda, tencerenin dibinde kalan marinasyonu da tencereyi kafaya dikmek suretiyle içiyorsunuz.

kendi kendimin canını çektirdim. istanbul'da o büyüklükte midyeler bulunmaz, bari bulursam kum midyeli makarna falan yapayım haftasonu.

6 yorum:

hafif abi dedi ki...

ben bu türküyü hatırladım valla, dinleyince şimdi...

(nasılsınız bu arada sevgili katre bey? ne çok zaman geçti sanal da olsa görüşmeyeli!)

katre dedi ki...

iyi diyelim iyi olalım hafif abi, sizde ne var ne yok?

Adsız dedi ki...

fince. finli bir grup bunlar:)

katre dedi ki...

isimlerinden belliydi zati.

hafif abi dedi ki...

valla blogistanın eski tadı kalmadı, kimselerin birbirine uğrayıp iki çift laf ettiği filan yok artık. ben de kendimi tumblr'a vurdum, tımbırdayıp duruyorum arada işte.

özlemişim yav sizi...

katre dedi ki...

karşılıklı efendim.